Obsessif-Kompulsif Bozukluk Nedİr?
İstenmeyen zihne zorla giren sıkıntı doğuran bireye yabancı aşırı, tekrarlayıcı mantık ve düşünme ile silinemeyen, devamlı düşüncelere obsesyon adı verilir. Obsesyonlar (vesvese) istenmeden gelir ve kişinin zihnine yabancıdır; ancak kişi bu düşünceleri kendi zihninin ürünleriymiş gibi değerlendirip sıkını duyabilir. Kompulsiyon ise yineleyici davranışlar (el yıkama, sıraya koyma, kontrol etme gibi ) yada zihinsel eylemelerdir (dua etme yada sayma, sözcükleri sessiz bir şekilde tekrarlama gibi.) Kompulsiyonların amacı obsesif düşüncelerin ortaya çıkardığı sıkıntıyı kaldırmaktır. Obsesif kompulsif bozukluk ise zamanın boşa harcanmasına sebep olacak derecede ağır olan (yani günde 1 saatten fazla zaman alan) yada günlük işlevsellikte bozulmaya sebep olan tekrarlayıcı obsesyon yada kompulsiyonların varlığından söz edilir. Örneğin kontrol etme obsesyonlarında en sık kapının kilitlenip kilitlenmediği, ocağın söndürülüp söndürülmediği ile alakalı zorlayıcı düşünceler tabloya hakimdir. Yaşanılan zorlanmanın getirdiği sıkıntıyı bastırmak için kapıyı kilitlediğinden emin olsa bile kişi tekrar tekrar kilidi açıp kapatabilir. Hatta en üst kattaki evine defalarca inip çıkabilir. Bu tür obsessif-kompulsif bozukluk vakalarında kişiler düşüncelerinin saçma olduğunu bilirler ancak onu yenmek için çaba sarf etmek yerine düşüncelerine teslim olmak zorunda kalırlar; çünkü bu durumda kişi daha rahatlayacaktır. Obsesyonla mücadele etmenin doğuracağı sıkıntı ile mücadele etmek zor gelmektedir. Bir kişide obsessif kompulsif bozukluk var demek için şu şartların varlığı gereklidir. Obsesyonlar ya da kompulsiyonlar kişinin hayatında belirgin olarak vardır ve bunlar kimi zaman istenmeden gelen ve uygunsuz olarak yaşanan ve belirgin sıkıntıya neden olan yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemeler ve sıradan yaşam olaylarının getirdiği üzüntü ve sıkıntılarda değillerdir. Kişi bunlara önem vermemeye ya da bunları baskılamaya çalışır yada başka bir düşünce ya da eylemle bunları etkisizleştirmeye çalışır. Ancak kişi, obsesyonel düşüncelerini, dürtülerini ya da düşlemlerini kendi zihninin bir ürünü olarak görür bu nedenle de sıkıntıları fazladır.
Belit (Aksiyom) Nedir?
Başka bir önermeye götürülemeyen ve tanıtlanamayan, böyle bir geri götürme ve kanıtı da gerektirmeyip, kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin temeli ve ön dayanağı olan temel önerme. Ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonucu varılır. Belitlere dayanan bir felsefe, belitlerin yanlışlığı meydana çıkınca çöker.
1)Mantık: Mantıkta belit terimi, bir şeyi tanıtlamak için kullanılan tanıtlanmayı gerektirmeyecek kadar açık ilke anlamını veriri tanıtlanmayı gerektirmediği gibi tanıtlanamazda. Çünkü tanıtlama, daha da açıklamak demektir, buysa daha çok açıklanamaz. Her belit bir ilkedir, ama her ilke bir belit değildir. Örneğin, her bütün kendini meydana getiren parçalarından büyüktür ilkesi bir belittir, buna karşı Einsteinin görelilik ilkesi bir belit değildir. Metafizik dünya görüşünün ürünü olan bütün mantıklar, bir şey kendisinin aynıdır önermesiyle dile getirilen özdeşlik ilkesini belit saymışlardır. Hegelin diyalektik mantığı bunun doğru olmadığını meydana koymuştur. Bir şey kendisiyle bile aynı değildir, çünkü sürekli olarak değişmektedir.
2) Matematik: nicelikler arasındaki orantıları dile getiren zorunlu önermeler, matematikte belit adıyla tanımlanırlar. Örneğin, bir üçüncü niceliğe ayrı ayrı eşit olan nicelikler birbirine eşittir, eşit niceliklere eşit nicelikler eklenirse toplamları da eşit olur. Matematiksel belit, mantıksal belitin niceliklere uygulanmasıdır. Aralarında başkaca bir anlam ayrılığı yoktur.
3) Dekartçılık: Descartes ve başta Spinoza olmak üzere izdaşları felsefelerini belitlere dayarlar. Örneğin Descartes, felsefesini düşünüyorum, öyleyse varım belitinden çıkarak kurmuştur. Spinozada ünlü Etikasında örneğin, başka bir şeyle tasarlanmayan şeyin kendisiyle tasarlanması gerekir gibi belitlerden yola çıkar. Ne var ki, ne türlü bir belitten yola çıkılırsa o türlü bir sonuca varılır. Bundan başka, bu belitler, parçalarının toplamı bütüne eşittir gibi belitler gücünde değildirler. Daha açık bir deyişle, Dekartçıların belitleri öznel, kendilerince belit sayılmış belitlerdir. Nitekim Cogitonun yüzyıllarca önceki biçimini çürütmek için,bin altın düşünüyorum, öyleyse bin altınım var önermesi ileri sürülmüştür.
 |
|
karşılığıdır.
Felsefe alanında ilk dualist, antikçağ Yunan düşünürü Anaksagoras'tır. Anaksagoras, özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu. Anaksagoras�ın nus adını verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından yaratanın karşısında bulunmakla, beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir.
Fransız düşünür Descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. Dualizm, temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel birbirini yadsıyan gerici bir görüştür. Dualistlerin tümü idealisttir, çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler.
Deizm Nedir?
Deizm Nedir? - Tanrı tanırcılık
Vahiy ya da bir kilise öğretisi aracılığıyla edinilmiş her türlü dinsel bilgiye karşı çıkan buna karşılık belirli bir dinsel bilgi bütününü herkesin doğuştan taşıdığını ya da us yoluyla elde edebileceğini savunan görüşe denir. Deizm, tanrılık gücünün sadece yaratma işlemiyle sınırlandığını ve bir kez yaratıldıktan sonra dünyanın hiçbir işine karışmadığını eş deyişle dünyayı yönetmediğini belirtir.
Deizmin dayandığı "doğal" din kavramı başlıca iç kaynaktan beslenir. İnsan usuna duyulan inanç, dogmacılığa ve hoşgörüsüzlüğe yönelen vahiy öğretisinin, reddedilmesi ve tanrının düzenli bir dünyanın ussal mimarı biçiminde kavranması. Deizmciler Müslümanlıkta ve dünya dinlerinde görülen ibadet, inanç ve öğreti farklılıklarının temelinde evrensel olarak benimsenmiş din ve ahlak ilkelerinin, ussal bir özün bulunduğunu öne sürerler.
Deizimcilere göre kendi başına doğal din, her türlü kuşku ve yozlaşmadan uzaktır. Bu yüzden us yoluyla doğrulanmış yalın ahlakı, doğrular dışında Müslümanlığın sonradan eklediği tüm öğelere karşı çıkarlar.
Rayonalizm
"Doğru ve genel geçer bilgi elde edilebilir. Böyle bir bilginin kaynağı akıldır, düşünmedir." tezini savunun görüşe, akılcılık (rasyonalizm) adı verilir. Bu görüşe göre, akıl yoluyla belirlenmiş zorunlu, kesin, genel geçer bilgi örneği matematik ve mantıktır.
SOKRATES (M.Ö. 469-399)
İlk rasyonalist düşünürdür. Sahip olduğu görüşlere ilişkin hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Onun görüşleri öğrencisi olan Platon'un kitaplarından öğrenilmiştir. Sokrates'e göre bilgilerimiz doğuştandır. Bunu kanıtlamak için hiç matematik bilgisi olmayan bir köleye, yönelttiği sorularla bir geometri öğretemez, ancak onda doğuştan bulunan bilgi ve düşüncelerini uyandırabilir.
Onun bu yöntemine diyalektik (soru-cevap) sanatı denir. Bu yöntem üç aşamadan oluşur: Soru sorma, ironi (alay etme), mayotik (doğurtma).
Sokrates bu yöntemle kavrama ulaşmayı amaçlar. Kavram ile yargılara sağlam bir temel bulacağına inanmıştır. Sokrates'in üzerinde durduğu başlıca konu ahlâk olmuştur. Erdemli olmanın (ahlâklılık) mutlu olmaya vardıracağını, bu nedenle erdemin bilgi olduğunu dile getirmiştir.
PLATON (Eflatun M.Ö. 427-347)
Sokrates'in öğrencisidir. Rasyonalist anlayışı daha sistematik bir yapıya dönüştürmüştür. Platon'a göre iki evren vardır: Biri duyumlanabilen varlık evreni, diğeri akıl ve düşünme yoluyla kavranabilen idealar evrenidir. Asıl gerçeklik idealar evrenidir.
Duyular yoluyla kavranabilen evren, idealar evreninin bir görüntüsü, kopyasıdır. İnsan, gerçek bilgiye, idealar evrenini kavrayarak, yani düşünerek varabilir. Duyumlanan evrenin bilgisi yanıltıcıdır ve görelidir. Bu düşünceleriyle Platon, rasyonalizmi idealizmle özdeşleştirmiştir.
ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)
Platon'un idealizmini eleştirerek rasyonalizmi realist bir anlayışa dönüştürmüştür. Aristoteles, aynı zamanda mantığın kurucusudur. Ona göre mantık, doğruya vardıran bir araçtır. O, mantıklı düşünmeyi tümdengelim olarak değerlendirir. Gerçek bilgi, tümel gerçekliklerden tümdengelim yoluyla elde edilebilirler. Aklın genel gerçekliklerden yola çıkarak buradan tikel ve özel bilgiler elde etmesi, aklın temel fonksiyonudur ve türevidir.
Aristotelese göre iki tür bilgi vardır: Biri deneye, yani yaşarken duyum ve algılarla kazanılan bilgiler, diğeri ise bilimsel bilgidir. Bilimsel bilgi; kavram, yargı ve akıl yürütmeye bağlıdır. Bilimsel bilgi, tek tek var olanlardan kalan bilgi olmayıp, genel ve tümel olanı kavramaya yönelik rasyonel bilgidir.
Aristoteles için akıl da etkin ve edilgen akıl olarak iki yönlü özellik gösterir. Etkin akıl, ideaları kavrar, bilir ve bütün insanlar da ortaktır. Edilgen akıl ise duyu verilerini işler, tümel kavramları oluşturur. Bu akıl bulunduğu bireyin özelliğini taşır.
FARABİ (870-950)
Farabi, İslam Felsefesi'nin kurucusudur. Aristoteles'in felsefesini benimsemiştir. Kuran ile Aristoteles felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır. Bu nedenle Farabi'ye ikinci öğretmen (muallim-i sani) denmiştir.
Farabi'ye göre en gerçek, en yüce varlık Tanrı'dır. Tanrı, var olmasını bir başka şeye borçlu olmayan, varlığını kendinden alan bir özelliğe sahiptir. Diğer varlıklar ise kendi başlarına var olamaz.
Farabi'ye göre Tanrı, hem öz hem de varoluştur. Yaratılanlar, Tanrı'ya en yakın varlıklar olan "akıllar" halinde Tanrı'dan çıkarak, var olurlar. Bu var oluş bir sıra düzenine göre olur. Tanrı'dan çıkan "akıl"lar arasında en önemlisi hep etkin akıldır. Bu akıl, mutlak bilgi ile aynıdır. İlk bilgiler bu etkin akıldan çıkmıştır.
Duyumlara ve mantıksal çıkarımlara dayalı bilgilerin doğruluğundan emin olunamaz. Doğrulukları deneyle kanıtlanmış bilgiler tümel bilgilerdir. Bu bilgiler,doğruluğu aynı zamanda akla dayalı olan gerçek bilgilerdir.
DESCARTES (1596-1650)
Yeniçağ'da rasyonalizmin temsilcisi, Fransız filozofudur. Matematikçidir. Matematikte "Analitik Geometri"nin kurucusudur. Descartes'e göre matematiğin metodunda analiz ve sentez vardır. Bu yol, gerçeği elde etmede kullanılacak en doğru yoldur.
Descartes, insan zihninde doğuştan var olduğunu kabul ettiği gerçeklerden başlanarak ve matematiğin metodu kullanılarak apaçık bilgilere varılabileceğini iddia etmiştir.
Descartes, doğrulara, gerçek bilgilere varmada "şüphe" metodunu kullanmıştır. Kullandığı şüphe, bir amaç değil bir araç şüphesidir. Descartes'e göre şüphe etmek düşünmektir. Şüphe eden kişi düşünüyor demektir. Şüphe eden kişi, şüphe eden benliğinden, yani bilincinden ve bilincinin varlığından şüphe edemez. İşte bu Descartes'e göre ilk elde edilen gerçekliktir. Daha sonra bu yöntemle Tanrı'nın ve varlıkların şüphe edilemeyecek gerçeklikler olduğunu kanıtlar. Kanıtlamalarını hep akıl yoluyla yapar.
LEİBNİZ (1646-1716)
Leibniz bir Alman düşünürüdür. Aynı zamanda bir mantıkçı ve matematikçidir. Ona göre insan bilgisi iki yolla elde edilir: Duyularla ve akıl yoluyla elde edilen bilgiler. Duyu bilgisi, yanıltıcı ve güvenilir olmayan bilgidir. Matematik bilgisi buna örnektir.
Leibniz'e göre her şey Tanrı'dan türemiştir. Tanrı sonsuzdur. İnsan aklı Tanrı bilgisine "çelişmezlik" ilkesi ile varır. Bu tür bilgiler, ezeli ve ebedi hakikatleridir. Bunun yanında olgulara dayalı bilgiler de vardır. Bu bilgiler "yeter sebep" ilkesine dayanırlar. Bu görüşleriyle Leibniz, rasyonalizm ile empirizmi uzlaştırmaya çalışmıştır.
HEGEL (1770-1831)
Hegel'e göre akıl değişmez, mutlak, en güvenilir bilgi kaynağıdır. Akıl, insan düşünmesini ve bilinçsiz doğayı idare eden bir kanundur. Düşünmek, araştırılan ve bilgisi elde edilmek istenen "nesnenin özünü bilmek" etkinliğidir.
Her nesnede görüntüsünün ardında bir de öz vardır. Düşünmek, nesnenin ardındaki bu özü kavramaktır. Hegel'e göre akla uygun olan gerçektir. Akıl, mutlak varlığın ve doğadaki değişmenin bilgisini apaçık olarak vermektedir
Şizofreni Nedir?
Şizofreni İçe kapanma, gerçeklere kayıtsızlık ve şahsiyet ikileşmesi, zihin bölünmesi, İçe yönelik düşünce yapısının yerleşmesi şeklinde beliren bir psikozdur. Şizofren kendine Özgü bir Dünya da yaşamakta, ilksel ve benmergezci (egosantrik) bir düşünce yapısına sahip bulunmaktadır. Kendi iç dünyasına yerleşmiş olan Şizofren Bir düşler aleminde yaşamaktadır. Bu hastalığa yakalanma yaşı genellikle 15-35 yaşları arasındadır. Vakaların büyük bir kısmında kalıtsal anıklık söz konusudur.
ŞİZOFRENİ TANISI NASIL KONUR ?
Şizofrenide görülen belirtiler başka psikiyatrik hastalıklarda da görülebilir.
Hiçbir belirti tek başına tanı koydurucu değildir. Tanı psikiyatri uzmanı tarafından hastanın ruhsal muayenesi, hasta yakınları ile görüşme ve çoğu zaman hastanın klinik izlenmesi sonucu konur.
Şizotipal kişilik bozukluğu, şizoaffektif bozukluk, bipolar duygulanım bozukluğu şizofreni ile sıklıkla karışan bozukluklardır.
Bazı bedensel hastalıkların seyri sırasında da benzer belirtiler görülebilir, bu nedenle ayırıcı tanıyı yapabilmek için fizik muayene ve kan tahlillerinin yapılması gerekir.
Alkol ve madde bağımlılığı olan veya bazı ilaçları kullanan kişilerde de benzer belirtiler olabilir. Hastanın öyküsünün alınması sırasında buna dikkat edilmeli ve öyküde bu durumlardan bahsediliyorsa buna yönelik tetkiklerin yapılması gerekmektedir.
ŞİZOFRENİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR
Şizofreni hastaları dünyayı değişik algılar. Normalde çevrede varolan uyaranlar dışında olmayan sesler, hayaller, garip kokularla dış dünya karışık ve anlaşılmazdır.
Bu ortamda hastalarda anksiyete artışı, heyecan ve korku sıktır. Bu duygular genelde normal olmayan davranışlar sergilerler.
Şizofreninin ortaya çıkışı değişik şekillerde olabilir. Bazı hastalarda aniden ortaya çıkabileceği gibi çoğu hastada sinsice yavaş yavaş gelişir. Yavaş seyir gösteren şizofrenide başlangıçta dikkat toplama güçlüğü, toplumsal ilgiyi kaybetme, içine kapanma, kendine bakımda azalma, dini uğraşılarda artma veya kara sevdaya tutulma gibi belirgin olmayan ve ilk bakışta şizofreniyi düşündürmeyen belirtiler görülebilir ve sıklıkla başka psikiyatrik hastalıklarla karıştırılır. Bu başlangıç belirtilerinin ardından birkaç ay veya yıl içinde de tüm belirtileri ile hastalık
ortaya çıkar. Hastalar sıklıkla garip davranışlar ve konuşmalar sergilerler.Gerçekte olmayan sesler işitmeye ve hayaller görmeye başlarlar. Bazı hastalarda garip pozisyonlarda uzun süre durma, bazılarında hiç hareket etmeksizin uzun süre sessiz kalma veya aşırı hareketlilik görülebilir. Yavaş seyir gösteren şizofreninin yanında hızlı seyir gösteren şizofreni de olabilir. Bu hastalarda ise belirtilerin çoğu bir arada aniden ortaya çıkar.Bazı hastalarda belirtiler hafif seyrederken bazılarında şiddetli semptomlar olabilir ve bu durumda hastaları kontrol etmek güçleşebilir. Şizofrenide görülen belirtiler iki başlık altında toplanır: pozitif belirtiler ve negatif belirtiler. Her hastada bu belirtilerin tümü bir arada görülmez.
Şizofreninin tipine göre belirti kümeleri de değişir. Örneğin paranoid şizofrenide şüphecilikle ilgili belirtiler baskındır. Paranoid şizofrenlerde sık görülen temalardan bazıları şunlardır: kendisine kötülük yapmak isteyen kişiler veya güçler vardır, bununla ilgili sesler işitmektedir, bu nedenle evde perdeleri kapatıp oturmakta, yemek yerken zehirlenme riski olduğunu düşünerek yemeği kendi
önünde hazırlatmakta veya kendi yaptığı yemeği yemektedir. Odasına dinleme cihazları yerleştirilmiştir, bu nedenle odasında temkinli konuşmaktadır, eşi kendisini aldatmaktadır, v.b. Basit şizofrenide ise toplumsal çekilme, içine kapanma, sosyal aktivitelerde azalma, kendine bakımın düşmesi gibi belirtiler dışında fazla bulgu olmayabilir. Pozitif belirtilerde; şüphecilik, işitme varsanılar ve garip davranışlar sıktır.Hastalarda düşünce ve konuşmada kopukluk görülebilir. Konuşurken konudan konuya atlama, içerik olarak bir anlam ifade etmeyen sözcükleri birbiri ardına sıralama sonucu dinleyenler tarafından bir anlam ifade etmeyen sözcük salatası dediğimiz içeriği boş, anlamsız ve karmaşık konuşma biçimi görülebilir. Bazen de hastalar kendileri kelime uydururlar, bu kelimeler kendilerince bir anlam ifade etmektedir.Aslında anlamsız gibi görülen konuşmaya dikkat edilirse çokta anlamsız olmadığı içeriğinin olduğu görülebilir. Bu konuşma biçimi kişinin çağrışımlarının hızlanması ile ilgilidir. Düşüncede bu hızlanmanın yanında duraklamalar da görülebilir.
Hastalar konuşurken ani duraklamalar, bloklar genelde buna bağlıdır. Düşünceler genelde çocuksu ve büyüseldir. Hastalarda gerçekle bağlantısı olmayan inanışlar görülebilir. Bu hastalarda görülen bazı düşüncelere şu örnekler verilebilir; telefonları dinlemekte, insanlar kendisini takip etmekte, herkes düşüncelerini bilmektedir, kötülük yapmak isteyen kişiler vardır, hatta ev içindeki yakınları bile kötülüğünü istemekte ve kendisine zarar vermek için planlar yapmaktadır,televizyondan mesajlar almakta, herkes kendisine manalı manalı bakmaktadır, iç organları parçalanmış ve yok olmuştur, telepatik güçleri vardır, uzaylılar kendisi ile bağlantı kurmaktadır v.b.
Gerçekle bağlantısı olmayan sesler işitilebilir. Bazen bu sesler bazı komutlar vermekte, alay etmekte veya kötü sözler söylemektedir. Yine gerçekte olmayan hayaller görülür.
Garip şekiller, korkunç yaratıklar olabilir. Hastalar bu ses ve görüntülerin gerçekte olup olmadığını ayırt edemez. Çoğu zaman bunlardan rahatsız olurlar ve korkarlar. Bunları kendi beyinlerinin bir ürünü olarak kabul etmez ve genelde dışarıdan birileri tarafından yapıldığını düşünürler. Bazen bu seslere yanıt verir, konuşmaya başlarlar veya görüntüleri takip ederler.Hastaların bu hareketleri dışarıdan gözlendiğinde kendi kendine konuşuyormuş veya sabit bir noktaya bakıyormuş gibi gelir.
Negatif belirtilerde; toplumsal çekilme, içine kapanma, ilgi ve istek azlığı,kendine bakımda azalma, konuşma ve hareketlerde azalma gibi belirtiler görülür.
Duygulanımda azalma görülür. Hastaların jest ve mimiklerinin azaldığı görülür.Olaylara uygun tepkiler veremezler. Çoğu zaman yüzlerine maske giymiş gibi tepkisiz bir görünüm sergilerler. Bazen de uygunsuz tepkiler verdikleri görülür, ağlanacak
yerde güler veya gülünecek yerde ağlayabilirler. Genelde hareketler azalmıştır.
Harekete başlama güçlüğü görülür. İleri evrelerde hareketsiz uzun süre durdukları görülebilir. Bu hareketsizliğin nedeni sıklıkla ileri derecede kararsız kalmakla ilgilidir. Bazen bu uzun süreli hareketsizliğin ardından ani beklenmeyen bir hareketlilik olabilir, hasta yaydan fırlamış ok gibi eyleme geçebilir. Hastalar
toplumsal olaylara ilgi ve isteklerini genelde kaybederler. Toplumsal çekilme, okul ve işe devam edememe, arkadaşlardan uzaklaşma, yalnız kalmayı tercih etme sık görülür. Dikkat toplama güçlüğü vardır, hastalar bir konuya odaklanamazlar.
Şizofreni hastalarında saldırganlık sık görülen belirti değildir. Ancak şizofreni belirtileri ortaya çıkmadan önce saldırgan kişiliği olanlarda hastalık ortaya çıktıktan sonra saldırganlık görülebilmektedir. Bunun dışındaki hastalar genelde içine kapanıktır. Şüpheciliği olan hastalar ilaç kullanmıyorlarsa saldırgan olabilirler. Genelde aile içinde veya arkadaş ortamında saldırgan davranışlar gösterirler. Yine alkol ve madde bağımlılığı olan şizofrenlerde saldırganlık görülebilir. Şizofrenide intihar riski normal topluma göre fazladır. Hastaların %10’unda intihar girişimi görülebilmektedir. Hangi hastanın intihar edeceğini önceden kestirmek genelde güçtür.
SOKRATES
Sofistlere karşı koyanların başında yer alan, İlkçağın en büyük düşünürlerinden biri olan Sokrates, Sofistlere karşı koyar, ama onlarla birleştiği yönleri de vardır. Çünkü Sokrates de, Sofistler gibi, gelenek ve törelerin oluşturduğu ölçüler üzerinde düşünmeyi kendisine ilke yapmıştır.
Sokrates 469 yılında Atina’da doğmuştur. Heykeltıraş Sophroniskos ile ebe Phainerete’nin oğlu. Kendisi ve yurttaşlarını ciddi olarak incelemeyi, ahlakça olgunlaşmak için durmadan çalışmayı, hayatının hep ödevi sayacaktır. O da, Sofistler gibi, başlıca, insan hayatının pratik sorunlarıyla ilgilenmiştir. Ancak, Sofistler utilitaristtiler, yalnız yararı göz önünde bulunduruyorlardı. Sokrates ise bu soruna gerçek, derin bir ahlaki ciddiyetle yönelir.Onun gerek sessiz, sürekli felsefi düşünmeleri, gerekse Atina’daki orijinal çalışmaları böyle bir anlayışla beslenmişlerdir. Kendisi bir çığıra, bir okula bağlı olmadığı gibi, bir çığır da kurmaya kalkışmamıştır. Ortalıkta, çarşıda –pazarda dolaşır, karşısına çıkanlarla konuşmaya çalışırdı. Bunu da, insanları, hayatlarının anlam ve amaçları bakımından düşünmeye, aydınlanmaya kımıldatmak, onlarda bu isteği uyandırmak için yapardı. Sokrates felsefesini, dünya görüşünü bu yolla yaymıştır: bir şey yazmamıştır. Sokrates 70 yaşında iken “gençliği baştan çıkarmak ve Atina’ya yeni Tanrılar getirmeye kalkışmak” ile suçlandırılıp mahkemeye verilmiştir. Onu suçlayanlar, anlayışsızlıklarından, düşünceleri ayırt etmeyi bilmediklerinden, Sokrates’i Sofist sayıyorlardı. Hayata yol gösteren değer ve ölçülere körükörüne inanmayıp bunları akılla bulmak isteyişinde, bu tutumunda Sokrates Sofistlerle ortaktı. Ama onun Sofistlerle bundan sonraki temelli ayrılığını, yobaz gelenekçiler ayıramayacak durumda idiler. Sokrates hafif bir ceza ile kurtulabilirdi; ama boyun eğmek bilmeyen onuru yüzünden yargıçları kızdırıp ölüm cezasına çarptırılmıştır. Tutukevinden de kaçmayı ret etmiş ve 399 yılının mayısında zehir içerek ölmüştür.
Sofislerin bilgi anlayışı, her bakımdan, tek kişiyi kanılarında bir relativizme götürmüştü. Sokrates’in ise göz önünde bulundurduğu ; sağlam, herkes için geçerli olan bir bilgiye varmaktır. O, doxa (sanı)nın karşısına episteme (bilgi) yi koyar. Yalnız episteme hazır, hemen öğrenilebilecek, öğretimle hemen bildirileverilecek bir şey değildir, tersine; birlikte çalışarak, uğraşılarak varılacak bir amaçtır. Onun için Sokrates, Sofistlerin yaptığı gibi, öğretimle bilgileri edindirmeye kalkışmaz, çevresindekilerle doğru’yu birlikte aramaya çalışır. Din-gelenek otoritesine gözü kapalı bağlanmamada Sokrates Sofistlerle bir düşünüyor. Ancak, Sokrates’in akla, düşüncenin objektif değerine, bireylerin üstünde bir normun bulunduğuna sarsılmaz bir inancı var. Onu Sofistlerden kesin olarak ayıran da bu inancıdır. Onun kendine özgü öğretme ve araştırma yöntemi olan dialog (konuşma) da bu inanca dayanır. Konuşma’da düşünceler ortaya konur, bunlar karşılıklı olarak eleştirilir, böylece de herkesin kabul edeceği şeye varılmak istenir. Sofisler düşünceleri meydan getiren psikolojik mekanizmayı inceliyorlardı. Sokrates ise, doğru’yu belirleyen aklın bir yasası olduğuna inanır ve çevresindekilerle işbirliği yaparak bu doğru’yu araştırır. “Ben bir şey bilmiyorum” ya da “Bir şey bilmediğimi biliyorum” derken de göz önünde bulundurduğu bu. Onun için bunları bir şüphecilik diye anlamamalıdır.
Sokrates, Sofist – Sophistes , bilgici –değil, filozof – philosophos, bilgisever –olduğunu söyler; bilgiyi elde bulundurduğuna değil, onu sevip aradığına inanır; kendisi kendini bildiği gibi, kendilerini bilmelerini (“kendini bil!”) başkalarından da ister. Araştırmanın (dialogun) dış şeması şöyledir: Konuşmaya başlarken Sokrates, hep kendisinin bir şey bilmediğini söyler. Karşısındaki de, tersine, hep bilgisine pek güvenmektedir, ama ileri sürdükleri de hep pek derme çatma şeylerdir. İşte Sokrates’in ünlü ironie’si (alayı) bu karşıtlık içinde belirir. Bundan sonra da Sokrates, konuştuğu kimsede doğru^yu meydana çıkarmaya girişir; onun deyişiyle: Ruhta uyku halinde bulunan düşünceleri “doğurtmaya” uğraşır. Bu sanatına da, annesinin ebeliğine bir anıştırma olarak, maieutike (doğum yardımcılığı, ebelik) adını veriyor. Bu tekniğin temelinde, disiplinli, sıkı bir düşünme ile” doğru”nun bulunabileceğine bir inanma gizlidir; ruhta saklı doğrular var; bunlar herkes için ortak olan doğrulardır; bunlar, sorup soruşturma ile, üzerlerinde durup düşünme ile yukarıya çıkarılabilir, bilinir bir hale getirilebilirler.
Sokrates’e göre, bilimsel çalışmanın amacı, duyularla edinilen tek tek algılar değil, kavramdır. Onun için, Sokrates hep, kavramın belirlenmesi, sınırının çizilip gösterilmesi olan tanım’a (horismos, definito) varmaya çalışır.
Sokrates’in kullandığı yöntem, tüme –varım (epagoge, inductio) yöntemidir. Aristoteles, Sokrates’i bu yöntemin bulucusu diye gösterir. Ancak, Sokrates gelişigüzel bir araya getirilmiş tek tek haller arasında bir karşılaştırma yaptığı için, tam bir tümevarım yöntemi geliştirdiği söylenemez.
Sokrates bu yöntemini, tıpku Sofistler gibi , sadece insan hayatının sorunlarına uygulamıştır. Onu “doğru bir yaşayış nedir, hangisidir?” sorusundan başkası ilgilendirmemiştir. Doğa felsefesiyle hiç uğraşmamıştır; kavramsal doğru’yu araması da yalnız ahlaki kaygılar yüzündendir. İnsanın ahlakça kendisini eğitmesi, yetiştirmesiyle bilim aynı şeydir. Araştırma da bulunacak tümel doğru, ahlak bilincine açıklık ve güven sağlayacaktır.
Sokrates’in bütün düşüncesi, bütün çalışmaları ahlaka yönelmiştir. Bu ana –konuda çıkış noktası da, “erdem ile bilginin özdeş, aynı oldukları” görüşüdür. Bu görüşün felsefe dışındaki nedeni için şu söylenebilir: Yunan toplumu o arada çok sarsıntılı bir değişme geçirmiştir, geçirmektedir. Bu yüzden, öteden beri bilinen, alışılmış yaşama kurallarına ayak uydurmak çok güçleşmiştir. Bu değer anarşisi içinde bir sürü yaşama kuralı öğütleniyordu. Öbür yandan demokratik gelişme bir savaşmaya, yarışmaya yol açmıştı. İşte Sokrates,bu kanıyı ahlaka aktarmakla, bu duruma en keskin anlatımını kazandırmıştır.
Sokrates,”Hiç kimse bile bile kötülük işlemez, kötülük bilginin eksikliğinden ileri gelir” der. Yine bu yüzden bütün öteki erdemler, ana –erdem olan bilginin (episteme) içinde toplanmışlardır ve bilginin kendisi edinildiği ve öğrenildiği gibi, öteki erdemler de elde edilir ve öğretilebilir.
Sokrates, bir de, içinde bir Daimonion’un barındığını söylermiş. Hayatının önemli anlarında bu Daimonion’u kendisine yol gösterirmiş, daha doğrusu alıkoyucu bir rol oynarmış; daha çok uyarıcı bir sesleniş. Bunu Sokrates içindeki Tanrısal bir ses sayar ve ona uyarmış. Bu sesin ne olduğu üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. Ne olarak anlaşılırsa anlaşılsın (vicdan, ahlaki bir sezi, peygamberlerde görülen içgüdü gibi bir şey vb) Daimonion Sokrates’in ahlak görüşünün tekyanlı rationalismini tamamlayan bir etken olarak görünüyor. Çünkü Daimonion, irrationel bir şey, dini –mistik bir öğe. (Ama yalnız kendisinde var; genel olarak insan hayatının ahlak bakımından düzenlemede hiçbir rolü yok)
Sokrates’in dinsiz ya da küfre sapmış bir kimse olduğu hiç de söylenemez. Olsa olsa, o da ta Xenophanes’ten beri gelişen bir din anlayışının içinde yer almıştı; yani halk dininin boş inançlarına bağlı değildi; halk dininin arınmasını, bunun için de Tanrılar için yakışıksız tasavvurların ortadan kalkmasını o da istiyor.
Sokrates çevresine büyüleyici bir etki yapmıştı. Bu etki, düşüncelerinden çok, bu düşünceleri onun doğrudan doğruya yaşaması yoluyla olmuştur.
Sokrates
Yunanlı filozof Sokrates, İsa’dan önce 399-470 yılları arasında, Atina’da yaşadı. Genellikle, ahlak felsefesinin, yani değer öğretisinin kurucusu olarak bilinse de ondan asıl geriye kalan, kişilere özlerinin ne olduğunu göstermeye yönelik bir çalışmadır. Yaşamının ilk safhalarında doğa bilimleriyle, canlı varlıkların üremesi ve kaybolup gitmesi olgusuyla ilgilenen düşünür, dialog sanatı veya diyalektikle de insanlara, bilgiye sahip olduklarını sanmanın bir yanılgı olduğunu kanıtlıyordu.
Her zaman yazma yerine konuşmayı ve sorgulamayı tercih etti. Hakikate ortak bir çabayla ulaşabileceğine inandığı için, etrafındakilerle sürekli dialog halindeydi. Her şeyden önce, insanın kendi nefsinin mahiyetini bilmesi gerektiğini savunup “kendini bil” sözünü bir tarz olarak kabul etmişti.
İlahi bir sesin kendisini kötülüklerden koruduğunu ileri süren Sokrates’in yaşam öyküsünden kendisine ara sıra cezbe geldiği anlaşılmaktadır.
O, Allah’a inancı oluşturan faktörleri “aşk ve akıl”olarak nitelendirirken Evrendeki tertip ve düzeni Allah’ın varlığına en büyük delil olarak göstermiştir. Ona göre, Evrende her şey bir gayeye yönelmiştir. Tesadüf denen bir oluş yoktur. Kainatı düzene sokan bir Sani-i Alem vardır; bu Sani-i Alem (Yaratan) tektir. Her şeyi görüp her şeyi işitir. Her yerde hazır ve nazırdır. İşte bu, alem ruhudur; ancak insan ona duygularıyla ulaşamaz. O’nun aklı aleme yayılmış ve bütün eşyayı kapsamıştır. İlahi ilim, her şeyi bir anda kapsar. Yalnız bir tek akıl vardır; her akıl sahibi aklını buradan almıştır. Bu sebeple, o Allah’tır. Allah, ruhları olduğu gibi görür.
İnsan, Evrenin tümel aklından nasibini almıştır. Böylece, eşyanın mahiyetini mümkün olduğu ölçüde bilebilir. Çünkü insan, alemlerin merkezidir. Bir bakıma Allah’ın tecellisidir
“Sır” denen bir gerçek vardır. İnsana ancak Allah’ın tecellisi oranında sır çözme yetkisi verilmiştir. Allah, onlara gaybından gelen seslerle veya göğe ait şekillerle, ilham yoluyla bu sırlara ait bilgileri açıklar. Onların hem dışlarını hem içlerini nurlandırır.
“En önem taşıyan şey, insanın ruhudur; çünkü bu ruh, alemin tümel ruhundan bir parçadır, ezeli ve ebedi vasıflara haizdir” diyen Sokrates, “akli ruhiyatın” kurucusu olarak da kendinden söz ettirir.
Ona göre, alem ruhunun bir parçası olan insan ruhu, ölümsüzdür. Dolayısıyla, bir ahiret yaşamı vardır ve Allah ile insan arasında sürekli bir iç hesaplaşma bulunmaktadır. Bu yüzden insanlar, ancak ihtiraslarından kurtularak kendilerini arınmış bulurlar.
İnsan, kainat üzerindeki diğer yaratıklardan üstündür. Bu üstünlüğü, akıldan en ziyade pay almasından ve diğer yaratıklarda görülmeyen düşünce fonksiyonlarından kaynaklanmaktadır. Kainat insanda, insan da Allah’ta gayelenmiştir.
İnsanın arınma ihtiyacını hissetmediği ve ruhsal yaşamını asla değerlendiremediği bir ortamdan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce yaşamış olan, ayrıca bugünkü teknolojinin nimetlerinden yoksun konumu akıl fonksiyonu ile değerlendirebilen bu felsefecinin görüşleri, günümüzde dahi yaşantımıza yön verecek ve ışık tutacak niteliktedir.
FELSEFE BİLGE HİKAYELERİ
Başarı, Zenginlik ve Sevgi
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti; "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek birşeyler hazırlayayım."
Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.
Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların budavranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı", dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."
Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"
Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; "Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir.
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu "Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın", dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin."
Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur."
Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?", dedi.
Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?", dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak"
Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..."
Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."
Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim."
Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler; "Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."
Ve kadının "niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman, onun yanında oluruz.